Eski Arap inancında, bulutları yöneten melek Kuzah’la, Fırtına Tanrısı
Şeytan Kuzah’ın alâmetleri; Yunan mitinde Zeus’un, Hera’nın habercisi,
yerle göğü birleştiren Yağmur Kuşağı Tanrıçası İris; altından geçen
erkeği kadın, kadını erkek yapan, üstünden atlamayı kimsenin düşünmediği
tılsımlı köprü; yağmur damlalarının Güneş’i optik ve matematikle
yontarak yaratıp sundukları renk şöleni.
Neden gökkuşağı olur,
bilir misiniz? Bilseniz bile, yanılıp yanılmadığınızı anlamaya çalışın.
Kağıdı, kalemi alıp, kırılma, yansıma, tam yansıma, renklere ayrışma
gibi optik kurallarını kullanarak kendinizi bir kere sınayın. Çok küçük
olduğu için küresel bir şekil alan yağmur damlacığını çizin; Güneş'ten
gelip damlacık içine giren-çıkan değişik ışınları dikkatle belirtin;
şunları göreceksiniz: Damlacık yüzeyine 0-90° arasındaki her açıyla
düşen sayısız Güneş ışını vardır. Bunların hepsi kısmen yansır, kısmen
de kırılarak damlacık içine girer; yani her ışın, damlacık yüzeyinde iki
çatala bölünür.
Damlacık içine giren her ışın, onun yüzeyinde
başka bir noktada yine kısmen yansıyarak damla içinde kalır, kısmen
kırılarak dışarı çıkar. Tam yansıma dediğimiz, ışının tümüyle yansıyarak
içeride kaldığı durum hemen hemen hiç olmaz. Işının damlacık içinde
kalan kolu, tekrar tekrar yukarıda sözü edilen yansıma-kırılma
değişikliğine uğrayarak çatallaşır; fakat her seferinde kırılarak dışarı
kaçan kayıp ışın yüzünden, gittikçe zayıflar.
Güneş ışığının
saf renkte bileşenlerine ayrışması, girişteki ilk kırılma ile, sıfır,
bir ya da daha çok sayıdaki iç yansımadan sonra, son çıkıştaki kırılma
sırasında iki kez olur. Ama pek çok ışın ve pek çok yansıma olduğu için,
damlacığın her tarafından adeta dışarı fışkıran, pek çok da basit
renkte ışın vardır.
Buraya kadar iyi. Ama saf renklerin iç içe
nasıl düzgün daire şeklinde sıralanarak oluşabildiğini açıklayamadık
henüz. Göğün bakmakta olduğumuz kısmında, etrafa her yönde, her renkte
ışınlar saçan sayısız damlacık varken, nasıl oluyor da bazı "özel"
damlacıklar sıralanarak, gökkuşağı görüntüsü vermek üzere "bizi"
seçiyor? Cevap basit, ama açıklanması biraz karışık.
Kırılma
sonucunda bileşik bir ışık ışını saf renk bileşenlerine ayrışır. Bu,
kırılma indeksinin ışığın dalga boyuna bağlı olmasından ileri gelir. Bir
saydam ortamdan diğerine geçen ışının yönü, kısa dalga boyunda uzun
dalga boyunda olduğundan daha fazla sapar. Böylece, kırmızıdan mora
bütün bileşenler dar bir yelpaze oluşturur; prizmada olduğu gibi.
Damlacığa
giren ışınla, belirli bir sayıda iç yansımadan sonra dışarı çıkan,
renklerine ayrışmış fakat zayıflamış ışın genellikle aynı yönde olmaz;
bunların arasındaki, "sapma açısı" diyebileceğimiz yön değişikliğini ele
alalım. Damlaya giren ışının geliş açısı (ışının damlacık yüzeyine dik
yönle yaptığı açı) 90° den başlayarak azaldıkça, sapma açısı da önce
azalıyor; en düşük bir değere eriştikten sonra tekrar artmaya başlıyor.
İşte
bu kritik dönüş noktasında, oldukça geniş bir açısal yelpaze içinden
gelerek damlacık üzerine düşen fazla miktarda Güneş ışını, hemen hemen
aynı (en düşük) sapmayı gerçekleştirdikleri için, birbirlerini
destekleyerek kuvvetli bir huzme oluşturabiliyorlar. Bu huzmeleri
gözümüze erişen bütün damlacıklar ise, Güneş'le gözümüzü birleştiren
eksen etrafında, tepe yarı açısı en küçük sapma açısı olan bir koni
üzerinde bulunuyor.
Böylece renkli huzme, sanki tam tepe
noktasından seyredilen bir koni yüzeyi gibi, yani bir daire yayı
şeklinde görünüyor; bu yüzden belki de gökkuşağına "renk konisi" demek
daha doğru olurdu. Görüldüğü sanılan dairenin tam merkezinde de
başımızın Güneş ışığı altındaki gölgesi bulunur (tabii bir yere gölgesi
düşüyorsa).
Şimdi, havadaki kırılma indeksi 1.33 olan bir su
damlacığını daha yakından ele alabiliriz. Damlacık içinde sadece bir
defa yansıdıktan sonra dışarı çıkan ışınlar, yaklaşık 42° lik bir koni
ile ilk gökkuşağını; iki defa yansıdıktan sonra çıkanlar ise 52° lik bir
koni olarak daha dıştaki ikinci gökkuşağını verir.
Biraz
dikkatli bir inceleme, renk sıralamasının ilk kuşakta içte mor dışta
kırmızı; ikincide içte kırmızı dışta mor olacağını gösterir. Damlacık
içindeki yansıma sayısı arttıkça, oluşacak her yeni kuşağın eni daha
genişlerken, renkleri gittikçe zayıflar. Üçüncü ve dördüncü kuşaklar,
sadece daha zayıf olmakla kalmayıp ayrıca Güneş tarafında oluştukları
için, daha sonrakiler ise görülemeyecek kadar zayıf oldukları için,
ikiden fazla gökkuşağı görmek herhalde kimseye nasip olmamıştır.
Böylece,
ikincisi biraz nazlı görünen iki taneyle sınırlı da olsa, herkesin
tamamen kendine ait bir gökkuşağı takımı olduğu ortaya çıkıyor. İkimiz
de aynı şekilde görsek, hatta birbirimize "göstersek" bile, benim
gökkuşağımı sizin, sizinkini benim görmemiz mümkün değil; çünkü iki ayrı
gözün aynı anda aynı noktadan bakmasına izin yok.
Sivri ucu
daima gözümüzden başlayan ve bizden hiç ayrılmayan, kişisel renk
konilerimiz, yani gökkuşaklarımız, daima bizimle birlikte hareket
edecekler, açıları hep aynı kalacak; yani "gökkuşağı altından geçme"
fantezisi hiçbir zaman gerçekleşemeyecek.
Başka Yağmurların Kuşakları
Yağmuru
su yerine başka sıvılardan olabilecek hayali gezegenlerde gökkuşağı
olabilir mi? Genellikle birinci gökkuşağının oluşması biraz kritik.
Metan, amonyak, kükürtlü hidrojen yağmurları altındaki gökkuşakları,
kırılma indeksi 2’nin altında olduğu sürece, bizimkinden farklı açılarda
(yani çaplarda) olmak üzere görülebilirdi.
Her ne kadar sıvı
halde bulunamasa da, elmas "damlacıklarıyla" yüklü bir atmosfer
düşünmemiz yadırganmazsa, elmasın yüksek indeksi (2.42) birinci kuşağa
izin vermediği için, gökkuşakları ancak ikinciden itibaren
görülebilecek, fakat bunlar daha geniş ve parlak olacaklardı.
Yansımaların Oyunu
Durgun
bir göl ya da deniz kıyısında iseniz, asıl gökkuşağınızla birlikte iki
tür yansıma görme şansı elde edebilirsiniz. Bunlardan biri, hem Güneş
hem de göl arkanızda iken olur: Güneş'in gölden yansıyarak, gölün
"içindeki" görüntüsünden çıkıyormuş gibi gelen ışınlarının oluşturduğu,
daha yüksek bir gökkuşağı.
Bu kuşağın ufuk çizginize göre
simetriğini hayalinizde canlandırabilirseniz, asıl gökkuşağınız ile tam
bir daire oluşturduğunu göreceksiniz. Gölden, onun arkanızda bir
yerlerde olduğunu unutacak kadar uzakta iseniz, gördüğünüz manzarayı
mucize olarak kabul etmeniz mümkün.
Bir diğer yansıma, Güneş
yine arkanızda fakat göl önünüzde ise meydana gelebilir: Göl aynasındaki
kendi görüntünüzün "görebileceği", aslında size ait olmayan bu kuşağı
oluşturan ışınlar, size ancak gölden yansıyarak görünebileceği için,
asıl gökkuşağınızla, onun göl yüzeyinden yansıyan simetrik hayalini
birlikte görürsünüz.
Eğer kıyıdan uzakta, göl ortasında iseniz,
her iki tür yansıma da mümkün olabilir. Ve önünüzde, birbirleri ile ufuk
çizgisi üzerinde kesişen, simetrik, iki ayrı tam daire kuşak oluşur.
Etrafta başka kimse yoksa, bu çok ender görülebilecek hazinenin sadece
size ait olduğuna artık inanabilirsiniz.
Akşama Doğru
Gökkuşağının
çoğunlukla yağmurdan sonra ve akşama doğru görüldüğünü
farketmişsinizdir. Acaba neden? Bunun açıklaması kolay: Bir kere,
atmosfer yaygın şekilde su damlacıkları ile yüklü olmalı ki renk konisi
yeterince derin olabilsin; böylece koni üzerinde bulunan, birbirlerini
destekleyecek damlacık sayısı çoğalsın; o halde yağmur biraz önce yağmış
ya da yağıyor olmalı.
İkincisi, renklere ayrışacak Güneş ışığı
olmalı. Yağmurla birlikte Güneş ışığı ise, genellikle üstümüzdeki yağmur
bulutları kütlesinin batıya doğru son bulduğu yerden Güneş'in açığa
çıkmasıyla, yani akşama doğru (bazan da sabah, gün doğduktan biraz
sonra) gözlenir. Bu da, çoğu zaman, yağmurun son bulma eğilimine bir
işarettir.
Güneş'in çok alçakta, ufuk çizgisinin hemen üstünde
olması durumunda, kırmızı dışındaki renklerini atmosferde kaybetmiş
olabilir; ama üzülmeyin, gökkuşağınız bu sefer kırmızı bir kuşak olarak
yine belirecektir.
Güneş daha yüksekte iken de gökkuşağı
olabilir. Ama, başımızın yerdeki gölgesi bize yakın olduğu için, merkezi
bu gölge olan dairesel, renkli kuşak, yerdeki Güneş'le iyice
aydınlanmış, açıklı-koyulu diğer görüntülerle yarışmak, onları yenerek
ayırdedilebilmek zorluğu ile karşı karşıyadır. Yine de, dikkatli bir
gözlemci, basınçlı hortumdaki bir iğne deliğinden fışkırarak toz halinde
havaya dağılan su damlacıklarının meydana getirdiği bir "mini"
gökkuşağını; hatta Güneş tepedeyse kuşağın tam bir daire tamamladığını
farkedebilir. Tabii ki kuşağın koni açısı hep aynı kalır: 42 derece.
Çarpık Bir Kuşak
Alışık
olduğumuz daire yayı şeklindeki gökkuşakları, arka plandaki, genellikle
uzak, yeri ve derinliği pek iyi anlaşılamayan, bulutlu bir göğe karşı
görüldüğünden, tam tepesinden bakılan bir dairesel koninin
algılanabileceği gibi, daire yayı olarak yorumlanır.
Yağmur
damlacıkları bu koni yüzeyinin herhangi bir yerinde, bizden belki 1
metre, belki 1000 metre uzakta bulunabilir. Bazen, çok seyrek de olsa,
çok özel bir başka durumla da karşılaşabiliriz. Gece radyasyonla soğuyan
atmosferin yerdeki bazı bitki yüzeyleri üzerinde çiğ şeklinde
oluşturduğu su damlacıkları, sabah güneşiyle aydınlanınca, bunlardan
sadece renk konimiz üzerinde bulunanlar bize renkli kuşağın bir parçası
olarak görünür.
Üzerinde bulundukları zeminden bağımsız olarak
algılayabilseydik, bunları yine bir daire üzerindeymiş gibi görecektik.
Fakat zemin belirgin bir referans düzlemi teşkil ettiği için, kuşak yere
yapışık şekilde, yani sanki koni ile zeminin arakesiti şeklinde yere
çizilmiş bir "hiperbolik yerkuşağı" olur, çıkar.
Bazı
güzelliklerin, altında yatan gerçek nedenlerin açıklanmasıyla, hatta
başkalarınca biliniyor olmasıyla büyüsünden, değerinden kaybedeceğini
düşünüyor olabilirsiniz. Bunun tam tersine, nedenini bilmenin
verebileceği heyecanı tatmak da isteyebilirsiniz.
Göreceğiniz
ilk gökkuşağında kendinizi sınayın. Güzelliğinde ve yarattığı duygularda
herkesin birleşebildiği belki de tek olayın, gökkuşaklarının, ancak
seyredenler varsa varolduğunu, herkes gibi sizin de gökkuşağınızın
(bütün renk kuşaklarınızın) tümüyle size ait olduğunu düşünerek tekrar
bakın.
0 yorum:
Yorum Gönder